Bir bireyin tutarlılığı ve kendisiyle ilgili tahmin edilebilirliği olan kişiliği, uzun yıllara dayanan karmaşık bir süreç sonrasında ortaya çıkmakta ve tüm yaşamı boyunca da onu etkilemektedir.
Kişiliğin oluşmaya başlaması ile ilgili çeşitli görüşler olmasına rağmen, pragmatik bir yaklaşımla bir insanın eşini seçimiyle çocuğunun kişiliği oluşmaya başlamıştır. Seçilen eşin genetik etkisi yanında; duygu, düşünce ve davranışlarıyla da çocuğun gelişimine ve kişiliğine olan etkisi büyüktür. Bu etkinin yanında iki partnerin birbiriyle olan uyumu, sosyal ilişki ve iletişim düzeyi de kişiliğin gelişimi üzerinde büyük bir etkiye sahiptir.
Temel olarak kişilik gelişimi üzerinde iki ana faktör olarak çevre ve genetik etkendir. Genetik etken daha çok çocuğun potansiyelinin belirlenmesinde ön planda iken, çevresel faktörler de bu potansiyelin kullanımına yöneliktir. Çevresel faktörler dediğimiz zaman da aklımıza öncelikle çocuğun içinde doğduğu aile ve özellikle de ilk yıllarda ana baba gelmektedir. Çocuğun büyümesiyle beraber de çevresel faktörler değişmeye ve genişlemeye başlamakta, ailenin etkisi azalırken; arkadaş çevresi, okul, öğretmen, kültür ve sosyal yapı gibi diğer psikososyal değişkenlerin etkisi artmaya başlamaktadır.
Doğuştan gelen genetik özellikler ve potansiyelin bahsedilen bu çevresel faktörlerle etkileşimi, sadece kendine özgü ve eşi benzeri olmayan bir kişilik örüntüsü ortaya çıkarmaktadır. Kişilik dediğimiz bu yapının gelişimi ve oluşma sürecine ilişkin çok sayıda farklı teori vardır ve hepsi de farklı bakış açılarıyla bu karmaşık süreci açıklamaya çalışmıştır. Bilinen ilk teorilerden olan psikanalitik yaklaşım daha çok çocukluk yaşantıları ve travmalarının gelecek yaşama olan etkisi üzerinde durmuştur. Bu yaklaşımın devamı olarak psikososyal (Eric Ericson, Adler, Sullivan gibi) kuramlar da psikanalitik yaklaşımın sosyal ve iletişim boyutları ile çocukluk sonrası etkileri ele almışlardır. Biyolojik kuram ve hümanist yaklaşımların ardından 1950’li yıllarla beraber öğrenme ilkelerinin daha popüler olmasıyla beraber gelişen bilişsel/sosyal öğrenme kuramları kişiliği yaşam boyu süren bir öğrenme süreci olarak değerlendirme eğilimine girmiştir. Bugün geldiğimiz noktada sadece tek bir kuramın açıklamalarını değil, eklektik bir yaklaşımla bir çok yaklaşımı bir arada ele alan modern görüşlerle kişiliği açıklamaya çalışıyoruz.
Kişilik ile ilgili bir çok kuramın birleştiği görüşlerden biri de, yaşam sürecinde çocukluğun kişiliğe olan etkisinin azımsanmayacak kadar büyük oluşudur. Özellikle ilk 5-6 yılı kapsayan dönemler gelecek yaşama büyük etki vurabilecek bir süreçtir. Bununla beraber çocukluğun da farklı alt bölümlerinde, her bölümün kendine özgü sorunları ve başarıyla atlatılması gereken koşulları mevcuttur. Bir nevi gelecekteki daha zor aşamalara hazırlanmak amacıyla aşamalı bir gelişim süreci yer almaktadır. Bu dönemlerde başarısız olunması gelecekteki yıllarda daha sorunlu bir sürecin de habercisi olarak düşünülebilir. Her dönem de çocuğun gelişimi açısından farklı önem ve değerde bir takım gelişmelere sahiptir. Bu nedenle bir birleriyle bir bütün halinde birbirlerini destekleyen yada ketleyen değere sahiptir.
Bahsede geldiğimiz bu çocukluk dönemi üzerinde çok önemli bir etkiye sahip olan ana babaların çocuk yetiştirme tutumları, onların nasıl bir kişiliğe sahip olacağının belirlenmesinde önemli bir yere sahiptir. Farklı ana baba tutumları çocuklara içinde yaşadıkları aile ortamı ile sosyalleşme imkanı vererek, çevreye karşı nasıl bir tepki geliştirerek, problem çözme ve yaklaşımları ile ilgili öngörüleri sunmaktadır. Böylece bir prototip içinde gelecekte yaşayacakları dünyaya hazırlanmaktadır. Belirli boyutlarda yoğunlaşan aile tutumlarının bir kısmı olumlu iken, bir kısmı da olumsuz olarak değerlendirilir. Otoriter, aşırı koruyucu, aşırı serbest aile tutumları olumsuz iken, demokratik tutumlar olumlu olarak değerlendirilmektedir. Demokratik aile tutumları dışındaki tüm diğerleri, çocukların kişiliğinin gelişimi üzerinde negatif etkiye sahiptir. Kendine güven gelişimine olumsuz etkisi nedeniyle bireyin kendisini tanıması ve kabullenmesine ket vurmaktadır.
Belirlenmiş aile tutumları dışında; ana babanın benzer tutumlar sergilememesi, yetiştirme tutumlarındaki tutarsızlık, ödül ve ceza dengesinin bozuk olması, aile içi iletişim ve eş ilişkilerinin bozuk olması gibi olumsuz davranış örnekleri de yine çocuklardaki kişilik gelişimini olumsuz etkileyen faktörler içinde sayılabilir.
Ergenliğin sonlarına kadar devam eden kişilik gelişimi, duygu, düşünce davranış boyutlarında bireyin tutarlı ve bütünlük sağlayan bir yapıya ulaşması ile oluşmuş sayılmaktadır. İçinde çatışmaları daha az ve dengeli olduğunu düşündüğümüz bu yapı elbette zaman sürecinde değişikliklere uğramasına rağmen, temel özelliklerini sürdürme eğilimindedir.
Eğer bahsedilen bu tutarlılık ve bütünlük yoksa ve denge sağlanamamışsa, bireylerde farklı kişilik sorunları ortaya çıkabilmektedir. Ya bazı kişilik özelliklerinin yoğunluğu nedeniyle sorunlar yaşanabilirken, yada kişilik bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Özellikle kişilik bozukluklarında tedavi diğer psikiyatrik sorunlara göre daha zor sürdürülmektedir. Çoğu kişilik bozukluklarında bireyler kendilerini sorunlu görmedikleri gibi, tedaviye de yanaşmamaktadır. Ancak depresyon, panik atak, takıntılar ve sosyal fobi gibi bir çok psikiyatrik soruna kişilik bozuklukları büyük oranlarda eşlik etmektedir. Bu durumda belirli kişilik özelliklerinin yoğunluğu ve bozukluğu psikiyatrik sorunların da ortaya çıkışında önemli bir etken olarak kabul edilmektedir.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız kişilik gelişimi, yaşamın devam ettiği sürece birlikte olacağımız en önemli parçamızdır. Büyük oranda çocukluk dönemi ve aile içinde şekillenen kişiliğin sağlıklı ve uyumlu bir şekilde oluşmasında ana babaların rolünün çok büyük olduğu çok açıktır. Kişiliği sağlıklı bireyler yetiştirmenin; ana babaların elindeki en büyük güç yada zayıflık olduğu bilincine en kısa sürede kavuşabilmek dileğiyle…
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet TÜRKER